Hatem-i Tain'in Torunu

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    18 Tem 2019 12:37
    Muhyiddin İbn-i Arabî, cömertlikle meşhur hatta Araplar arasında darb-ı mesel olmuş Hâtem-i Tâinin torunlarındandır. Bu Benî Tayy Kabilesinin soylu evladının babası Muhammed el-Arabî’dir. O, devletin üst konumlarında görev yapmış dindar birisiydi.

    Muhyiddin İbn-i Arabî diyor ki: “Babam vefatından on beş gün önce, bana öleceğini ve ölümünün bir Çarşamba gününe rastlayacağını haber verdi. Böyle de oldu. Öldüğü gün –ki son derece hasta idi, hiçbir şeye dayanmaksızın doğrulup oturdu ve bana ‘Evladım, bugün yola çıkma ve kavuşma günüdür.’ dedi. ‘Allah senin selâmetini bu yolculukta yazmış ve bu kavuşmayı sana mübarek kılmış’ diye cevap verdim. Cevabıma sevindi ve şöyle dedi: ‘Allah sana mükâfatını versin. Evladım, senden işittiğim ve anlamadığım, hatta kimi zaman reddettiğim şeylere  şehadet ediyorum. Benim itikadım bunlar üzeredir.’ Ardından alnının üzerinde beyaz bir pırıltı belirdi; pırıltı bedeninin geri kalanının rengiyle uyuşmuyor, ama bir acıya da sebep olmuyordu. Babam yayılan bir ışığın kaynağında gibiydi. Bu ışık önce bütün yüzünü, ardından da bütün bedenini kapladı. Onu kucakladım ve vedalaştım. Yanından çıkmadan önce, Câmi-i Kebir’e gidiyorum, vefat haberin gelinceye kadar orada kalacağım.’ dedim. ‘Haydi git. Kimseyi de yanıma bırakma.’ diye cevap verdi. Öğle vakti vefat haberini aldım. Geri döndüğümde onu, anlattığım bu hâl içinde ölü mü canlı mı olduğunda tereddüt edilirken buldum. Bir müddet onu gömüp gömmemekte tereddüt edildi, çünkü yüzüne bakıldığında yaşıyormuş gibiydi, ama nabzı atmıyor ve nefes almıyordu. Yüzü canlılara, nabzı ve nefesi ölülere benziyordu. Babam toprağa böyle verildi. (İşte ehlullah makamına ulaşanların özelliklerinden biri, ölümünün ardından yüzüne bakıldığında canlı sanılmasıdır, halbuki nabzı yoklandığında kesinlikle ölmüş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin vefatında aynı durum olmuştur.)

    Muhyiddin İbn-i Arabî’nin amcası da ehlullahdandı. Eczacı idi. Yaşlılığında bir, gün, çocuk yaşında bir genç yanına geldi ve bir ilaç sordu. İbn-i Arabi’nin yaşlı amcası çocuğun ilaçlar konusundaki cehâletini istihzâ konusu yapınca da, erken bir mânevî inkişafa sahip olmuş genç muhatabı kendisinin ilaçları bilmemekle herhangi bir şey kaybetmediğini, ama yaşlı adamın Allah karşısındaki gaflet ve inatçı itaatsizliğinin ona pahalıya mal olacağını söyler. Bu ifade İbn-i Arabi’nin yaşlı amcasına derhal tesir edecektir, genç çocuğun hizmetine girer ve üç yıl sonraki ölümüne kadar kendini ibadete verir. Bu üç yıl zarfında, İbn-i Arabinin amcası yüksek bir velâyet derecesine ulaşmıştır. İbn-i Arabî diyor ki: ‘Amcam, evinin içinde otururken ‘Şafak söküyor’ derdi. Nihayet bir gün, nasıl olup da bunu bildiğini sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Evladım, Allah, her gün Arş’ından bir Cennet Rüzgarı gönderir ve bu rüzgâr, her gerçek müminin onu teneffüs edeceği şekilde şafağa yayılır.

    Muhyiddin İbn-i Arabi’nin dayısı Yahya bin Yuğan da öyle birisiydi. Bu zâhit zat aslında Tilimsan Hükümdarıydı. Onun devrinde Ebu Abdullah et-Tunsî isimli âlim zâhid, münzevi bir zât vardı. Mescidde kendisini ibadete vermişti… Bir gün Yahya bin Yuğan maiyeti ile bu zât ile karşılaştı. Kendisine “Ey Şeyh, bu gösterişli kıyafetler içinde namaz kılmam câiz midir?” diye sordu. Ebu Abdullah güldü. Melik “Neye gülüyorsun?” diye sordu. “Anlayışının kıtlığına, nefsinden ve halinden tamamen câhil olmana! Hiçbir şey sana bir leşin kanları içinde yuvarlanarak onu iğrenmeksizin yiyen, ama kirlenmesin diye işerken bacağını havaya kaldıran bir köpekten daha çok benzeyemez. Halkın gördüğü bütün adaletsizliklerden mesul tutulacağın halde, sen kalkıp giysilerini soruyorsun?” Melik gözyaşlarına boğuldu… Atından indi ve hemen o anda tahtını terk ederek Şeyhin hizmetine girdi. Üç gün misafirlikten sonra Şeyh onu odun toplamaya gönderdi. Odunları satıp onunla geçiniyor, artan parayı sadaka olarak veriyordu. “Şeyh kendisinden dua istemeye gelenlere  Yahya bin Yuğan’a gönderiyor: “O, tahtını terk eden bir Melik’tir. Eğer Allah, beni böyle imtihan etseydi, belki ben tahtımı terk edemezdim.” derdi.

    Evet İbn-i Arabî böyle bir ailedendi…

    Safvet  Senih 
    18 Tem 2019 12:37