Bu sorunun cevabı verilmez

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    07 Şub 2019 10:45
    Hamza Emek Ağabeyimiz Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin son zamanlarını anlatırken diyor ki: “Üstad Ankara tarafından Emirdağ’da yeniden ikamete mecbur tutulmuştu. Bu defa müracaatla Isparta’ya  gitti. Tekrar hasta olarak Emirdağ’ına gelirken Çay kazasından çevrilip, Afyon’a gönderildi. Afyon’da iki gün kaldı. Bizler merakla beklerken Emirdağ’ına geldik. Dışarlarda çok kalabalık vardı. Üstad çok hastaydı. Bunu sezdirmemek için ben Zübeyir, Üstadın koluna girip bahçeye aldık. Sonra da ben Üstadı kucaklayıp yatağına yatırdım. Şiddetli hastaydı. Biz de başucunda bekliyorduk. Daha sonra aniden iki defa uyandı. Tebessüm ediyordu. Gülerek buyurdu ki: ‘Kardaşlarım,  KORKMAYINIZ, Risale-i Nur bu memlekete hâkimdir. Masonların, zındıkların ve komünistlerin belini kırmıştır. BİRAZ  ZAHMET  ÇEKECEKSİNİZ,  FAKAT  SONU  ÇOK  İYİ  OLACAK’  diye sevinçle anlattı.” (Son Şahitler-2)
    Ahmet Hancıoğlu Bey diyor ki: “Üstad karyolanın başına oturmuştu. ‘Efendim, bu meydan dinsizlerin elinde ne zamana kadar kalacak?’ dedim.  Hazret gülerek, ‘Oğlum, bu suâlin cevabı verilmez’ dedi.”
    Refet Kavukçu Ağabey anlatıyor: “Emirdağ-Ankara yolu, çok zaman ufukta kaybolan düz hatlara sahipti. Bizim araba 10km üzerinde seyrederken Üstad’ın arabasının ufukta tozunu dahi göremezdik… Durmuş bizi bekliyordu. Yaklaştık. Zübeyir Ağabeyimiz gelerek, ‘Üstadımız diyor ki: Kardeşlerime söyle, korkmasınlar, küfrün belini kırdık. Beli kırılan yılan gibidir…’ dedi. Ve sonra yola devam ettik. Ben hakikaten endişeli idim. Bunun üzerine rahatladım.”
    İsmail Fakazlı diyor ki: “Üstad, Kardeşim, o küfr-i mutlakı belinden kırmışız, bir daha dirilemezler.’ dedi.” 
    Üstad Hazretleri Emirdağ’da hep şunları tavsiye ediyordu: “Kardeşlerim, Hizmet’i düşünmeyin, hizmeti en muhalife dahi Cenab-ı hak yaptırır. Sizin düşüneceğiniz; uhuvvet, muhabbet, ittihad ve tesanüddür. En fazla düşüneceğiniz bunlardır. Bugün bize en fazla lâzım olan budur.”
    Mustafa Sungur Ağabeyimiz diyor ki: “Bu zamanda samimî uhuvvet ve muhabbetle iman ve Kur’an yolunda birbirine bağlı bir cemaate dayanmak, elbette en büyük bir manevi kuvvettir. ‘Zaman cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dahi ve hatta yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, karşısındaki bir cemaatin şahs-ı mânevisine karşı mağluptur.’ Hz. Üstadımızın bu beyanından, fert olarak, cemaat olarak alacağımız hisseler vardır. Bu zamanda Risale-i Nur, asrın idrakine hitap eden Kur’anî bir derstir. Bütün imanî ve Kur’ani meseleleri makul ve delilli  şekilde isbat ve izah etmektedir. Kitap olarak, eser olarak, gerçek böyle olmakla beraber, hayattar bir şahs-ı manevinin, mütenasid (dayanışma içinde olan) bir heyetin mevcudiyeti de, müminlere aynı zamanda bir dayanma noktası teşkil eder. Evet, dayanışma içindeki bir heyet, bir cemaat halinde bulunuşları Nur Talebelerinin, her birbirlerine kuvvet veriyor ve takviyede bulunuyor. Şirket-i maneviye var. Ahirete ait işlerdeki ortaklık düsturu ile birbirine mânen, ruhen yardım var. İşte bu gibi çok sebepler altında, ahirzaman hadiseleri dediğimiz son asırların bu en müthiş dalâlet cereyanları karşısında Kur’an nuru etrafında toplanmak, o şahs-ı maneviye dayanmak, elbette ferdi ve ictimai hayatımızın istikametle devamı için elzem ve zarurî bir keyfiyettir. Zincirleme bu kadar hücumlara karşı Nur Talebeleri, elbette  bu sır ile dayandılar, geri çekilmediler. Avrupa ve Amerika’ya gittikleri zaman o Nur talebeleri, hizmeti esas alarak Nurları okumayı terk etmediler. Ruhî ve kalbî gıdalarını elde etmeyi, Nur’un mânevi havası içinde kalabilmeyi kendilerine şart kabul ettiler. Nurun mânevî havası dediğimiz Nur dairesinde,  l-i Beyt-i Nebevînin Silsile-i Nuranîsinin tezahürü olan bu Kur’anî hakikat dairesinde kalabilmek, teneffüs edebilmek için alâkalarını devam ettirdiler. Çünkü alâka mânevî irtibattır. Birbirine dualarıyla, lisanlarıyla, kalemleriyle yardım eden ittihad ve birlik halinde bir Nuranî Cemaat ile omuz omuza, yan yana beraber olabilmek… Üstad Hazretlerinin dediği gibi: ‘Demek bu dehşetli zamanda, asrın bu dehşetine göre Rahman ve Rahim isimlerinin tecellisiyle Kur’an’dan bir nur, bir hakikat dairesi ihsan edilmiş bulunuyor. Rahman ve Rahîm ile beraber, bilhassa Hakîm ismi de azamî derecede Risale-i Nur’da tecelli etmiş’ Nur Müellifi, kainatın tılsımı ve yaradılışın muamması, Hakîm ism-i şerifinin nuriyle keşfettiğini Nurlarda söylemektedir. Bu zamanda tabiat felsefesi ile akıllar yaralandığı için veya fikirler dağıldığı için, Risale-i Nur, akıl ve kalbin imtizacıyla gidiyor.”
    İşte akıl ve ilim çağında, insanların muhtaç olduğu hakikatlar, Kur’an makuliyetinde ve akliliğin içinde Nurların anlattığı gerçeklerdir. Bizim bunları bu çağın insanlarına tanıtmamız gerekmektedir.

    07 Şub 2019 10:45