'Talidomit ve fıtrat'

''İman bir de Allah için HİCRETLE taçlandırılırsa… Hem de bu yolculuk zulüm ve gadir ateşleri altında ise, biz bunun değerlendirmesinden âciz kalırız. Âhir zamanın mânevî Âl-i Beytleri diyeceğimiz bu mağdur ve mazlum muhacirlere ancak “Sizlere müjdeler olsun!” demekle yetiniyoruz…''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com

1968’lerde bir gençlik hareketi vardı. 68 Kuşağı denilen bu hareket dünyaya yayıldı… Bizde nasibimizi aldık. 1980 darbesine kadar hatta daha sonraları bunların bilhassa inkarcı kesimiyle pek çok münakaşa ve münazaralarımız oldu. Her şeyden bir itiraz ve inkâr kapısı açmaya çalışıyorlardı. Bir seferinde hâmile kadınların aşerme-aşyerme dönemlerindeki kusmalarından ve bazı yemek ve yiyeceklerden tiksinme ve iğrenmelerinden söz ederek ‘Siz kainattaki mükemmelliği göstererek hikmetlerden, nizamdan intizamdan hareketle  bu kusursuz düzeni kuran Tanrıdan bahsediyorsunuz… Şimdi söyleyin bakalım bu kadınların gebelik döneminde çektikleri ne oluyor? Neden böyle bir şey olabiliyor?’ diye itiraz bile etmişlerdi…

Bu husus üzerinde ilaç firmaları da çalışıyordu. Hatta bir firma TALİDOMİT isimli bir ilaç bulmuşlardı. Bu ilacı kullanan kadın bir anda sıkıntıdan kurtulup rahatlıyordu. Çok büyük talep oldu. Hindistan’da ve bazı üçüncü dünya ülkelerinde piyasaya sürülünce kapış kapış gitti… Ama bir müddet sonra eksik organlı bebekler, omuzundan eli çıkmış zavallılar ve bir sürü ucubeler dünyaya gelmeye başladı. Araştırmalar, bu ilacın sebep olduğunu tespit etti. Kobaylar ve diğer hayvanlar üzerinde denenmeden ve yan tesirleri ölçülmeden kâr düşüncesiyle bunu piyasaya sürmüşlerdi. Derhal yasaklandı ve eczanelerden toplatıldı. Açılan tazminat davaları neticesi bu ilacı üretip satan firmaya çok ağır para cezaları geldi.

Fıtrata, fıtrî olmayan şekilde ters müdahale edilmişti. Hamilelerin bu tiksintilerinin ve kusmalarının sebebi incelenince görüldü ki, bazı yiyeceklerde normal insanlar için hiçbir zararı olmayan hatta faydası bulunan bazı maddeler var ki, anne karnında henüz organları yeterli hale gelmemiş ceninler için zehir hükmünde ve çok zararlılar. İşte hikmet Sahibi Cenab-ı Hak, annelere geçici bir dönem için böyle bir durum nasip ediyor. Aşerme ile çocuğa çok lüzumlu yiyecekleri şiddetle arzularken, aşyerme ile de verilen tiksinti hissi ve kusmalarla zararlı yiyeceklerden hatta kokularından bile nefret duyup iğreniyor… Cenab-ı Hakk'ın bu ince ve derin hikmetini bilmeyen nâdânlar da bunu bir itiraz ve inkar vesilesi yapmaya çalışıyorlar… Biz ise “Mevlam görelim neyler… Neylerse güzel eyler…”  diyoruz. 

İşte “Yolumuzun Kaderi”nde bazı böyle hoşumuza gitmeyecek şeyler karşımıza çıkabilir; biz sabırla Cenab-ı Hakkın hikmetlerini anlamaya çalışmalıyız; “Siz bir şeyden hoşlanmaz ve onu kerîh görürsünüz halbuki o sizin için hayırlıdır.”  (Bakara Suresi, 216)   buyruluyor.

Mesnevi-i Nuriye’nin “Zerre” bölümünde Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor: “Tembellik, duraklama, atalet, sükun ve tek düze bir tarz üzere devam etme varlığı ancak değişmelerle ortaya çıkan yaratılmışlar için ahval ve keyfiyetlerde bir nevi yokluk demektir. Yokluk da  tamamen elem ve sırf şerden ibarettir. Faaliyet ise büyük bir lezzettir. Hatta, ELEM ve MUSİBET  bile olsa, değişik hallere girip çıkmakta büyük bir hayır vardır. Üzüntü ve acılar bir cihetten çirkin olsalar da pek çok cihetten güzeldirler. Zira varlığın nuru olan HAYAT, teessüratla sâfileşip arınmış olur, çekilen acı ve elemlerle parlar. Hayat bunlardan kaçınmaz. Sen bunları, sadece canlı varlığın kendi bekasının  terazi ve ölçüsüyle tartma; bilakis hayatı yaratan şanı yüce Cenab-ı Hakka ait işlerin ve icraatın tecellilerinin zuhuru ve o tecellilere mazhar olma ve aksettirme ölçü ve mizanıyla tart. Çünkü hayatı yaratan Cenab-ı Hakkın hayattan hissesi bu ise, yaratılan canlının kendisine ait ancak ârızî bir hissesi vardır; onun da kemâli hayatı verenin hisselerine tâbi olmaktır. Güneşe karşı, akıp duran su üzerindeki kabarcıklar, gelip geçen bir an içinde birer güneşcik olmak suretiyle ziynetlerini takınırlar. Bu durum onlara, pek büyük hikmetlerle dolu o tecelliler hususunda, Güneşe karşı hak iddia etme hakkını vermez. Yalnız şu var ki, İNSAN  DENEN  KABARCIK, iman ettiği zaman, o iman vasıtasıyla inci gibi bir yıldızı andıran ve lâmbası Ezel Güneşinin şualarından tutuşturulan bir fanusa döner.”

Bu iman bir de Allah için HİCRETLE taçlandırılırsa… Hem de bu yolculuk zulüm ve gadir ateşleri altında ise, biz bunun değerlendirmesinden âciz kalırız. Âhir zamanın mânevî Âl-i Beytleri diyeceğimiz bu mağdur ve mazlum muhacirlere ancak “Sizlere müjdeler olsun!” demekle yetiniyoruz…
 
13 Mart 2018 11:33
DİĞER HABERLER