Mus’ab bin Umeyr’in özellikleri

“Mus’ab bin Umeyr’i Mus’ab bin Umeyr yapan özellikler nelerdir?”
Safvet  Senih - SAMANYOLUHABER.COM
“Mus’ab bin Umeyr’i Mus’ab bin Umeyr yapan özellikler nelerdir?” sorusuna Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle cevap veriyor:  “Mus’ab bin Umeyr, Ashab-ı Kiram’ın en büyüğü değildi… Ancak, hayat-ı seniyyeleri itibariyle en büyük sahabilere denk bir misyon eda ettiğinde de şüphe yok. Bu konuda, öncelikle bir kere daha şu tesbiti hatırlamada yarar var. Allah  belirli dönemler itibariyle, İslam’a öyle insanlar lütfetmiştir ki, bunların çoğunun eşi menendi yoktur. Eğer onlar, bugün veya bir başka dönemde yaşasaydılar, eda ettikleri misyonları aynı enginlikle eda edemezlerdi. İşte Mus’ab bin Umeyr, bu ölçü içinde tarihi misyonu olan, Hz. Hamza, Hz. Abdullah b. Cahş… gibilerinden hiç de geri olmayan çok büyük bir sahabiydi. “Evet o, Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş gibilerinden hiç de geri olmayan çok büyük bir sahabe idi…
“Evet o, Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş gibi sahabelerin yanında, abideleşen, kahramanlık misali olan insan-üstü insanlardandı. Sadece onlar mı? Elbette hayır. O, kıyamete kadar, arkasından gelecek olan dava erlerinin abideleşeceği temelleri de belirlemiş bu yönüyle de duygu, düşünce ve sinelerimizde sonsuzluğa ermiş babayiğitlerdendir. Onun için böylelerini değerlendirirken, onların tarihî misyonlarını hiç ama hiç unutmamak lâzım.
“Mus’ab b. Umeyr gözlerinin içine günah girmemiş, cahiliyye çarpıklıklarını tanımamış birisidir. Yani, HARAMIN  (günahların), Mekke sokaklarında ve HAREM-İ  ŞERİFİN (Kabe ve civarının ) etrafında, metâfın (tavaf mahallinin) içinde kol gezdiği bir dönemde bile o, hiç harama bulaşmadan, insanlığı iftihar Tablosunun (S.A.S.)  ‘Câzibe-i kudsiyesi’ne kapılmış ve bir pervane gibi o ateşin etrafında dönmeye başlamıştı. Bununla beraber onu bekleyen bir çok, meşakkat, sıkıntı, ızdırap ve çile vardı. Evet o, bir taraftan Mekke’nin en çileli, sıkıntılı  dönemlerini yaşarken, öte taraftan annesinin tehditlerine hiç mi hiç kulak asmıyor ve hep Hz. Muhammed (S.A.S.) yakınlığını korumaya çalışıyordu. İşte bu yakınlık onu ‘ahlâk-ı âliye’ ile ahlaklanmaya yükseltti ve zirve insan yaptı. Zira Allah Rasûlü  (S.A.S.), ona her şey olabilecek  bir balmumu seviyesinde iken ele almış, kendi kalıbına koyarak istediği gibi şekillendirmişti. 
“Mus’ab b. Umeyr, ‘medenilere galebe, iknâ iledir’ düsturunu kullanarak Kur’an’ın elmas düsturuna ‘anlatma  işinin’ tam eriydi. Evet, güç dengesinin olmadığı, dolayısıyla teknik ve stratejinin önem arzettiği bir yerde, tebliğ ve irşad işini tam anlamıyla yerine getirebilecek bir er. Tabir câizse o, âdeta bu işe göre programlanmıştı. Birden bire tansiyonu yükselen, hissiyatına mağlup düşen, bağırıp çağırmaya başlayan, iş sarpa sarınca BEN  ARTIK  YOKUM’  diyerek çekip giden asabî bir tip değildi. Tam aksine, yüzüne tükürük atıldığı yerde bile tavrını değiştirmeden en öfkeli insanların tansiyonlarını aşağı çekmesini bilen, sağlam iradeli biriydi. Yani tam bir DENGE,  DÜŞÜNCE  VE  İRADE  İNSANIYDI. 
“Bir dönemde Mekke’de ailesinin güzîde bir çocuğu olarak depdebe içinde yaşama imkânına rağmen, o bunların hepsini bir çırpıda terk etmiş ve Nebiler Serverinin çileli yolunu hem de iradî olarak seçmişti. Demek ki, onun en önemli vasfı, böyle bir iradeye sahip oluşuydu. Ağzına içki koymayan, kadınlara karşı zaaf göstermeyen, annesinin bütün menfi tavırlarına rağmen onu kırmadan, rencide etmeden idare etmesini bilen ve hep Allah Rasulü (S.A.S.) ile münasebetini kavi, sıcak ve canlı tutan biri. Görüldüğü gibi bunların hepsi irade isteyen davranışlar olmasına karşılık, o bunları başarmıştı. İşte Kâinatın Fahri (S.A.S.) insanlara yükleyeceği misyonları itibarı ile çok iyi seçme ve değerlendirmesi yönüyle –ki, Allah Rasulünün bu özelliği bize ‘Muhammedün Rasûlullah’ dedirtir, -tebliğ irşad vazifesiyle başkasını değil, onu seçip, Medine’ye göndermişti. Hz. Ebu Bekir’e, Hz. Ömer’e, Hz. Ali’ye rağmen Mus’ab bin Umyer… ve o, Medine’de hiç mi hiç panik yaşamadan, sergilediği ciddi tavırla gönüllere itminan salmış, Üseyd b. Hudayr, Sa’d  b. Muaz, Sa’d b. Ubade gibi devasa kametlerin İslâm’la şereflenmelerine vesile olmuştu. 
“Evet, o, eşyanın perde arkasına gözlerini açmış, ölümü gülerek karşılamaya hazır tam bir dava eriydi. Zaten hayatını da hep bu çizgide sürdürdü, bu çizgide noktaladı. O, Uhud’da şehid olunca bedenini örtecek kefen bulunamamıştı… bulunamamıştı da avret mahalli, üzerindeki peştemalle örtülmüş, sâir yerlerine ‘ızhır otu’ kapatılarak gömülmüştü. Mus’ab b. Umeyr, Allah Rasulünün önünde savaşırken bir kolu koparılınca, öbür kolunu, oda budanınca hiç diriğ etmeden kinle, nefretle kalkan kılıçlara boynunu uzatmıştı. Görüldüğü gibi o hep irade yörüngeli, meşiet-i İlahiyyeye râm olan bir hayat yaşamıştı. ‘Allah bana bu iradeyi verdiyse, ben de hayatım boyunca onun kavgasını vermeliyim’  şuuru içinde dolu dolu yaşanan bir hayat.
“Hâsılı; Mus’ab, çetin olma, zor olma ve aşılamayan tepe mânâsına ismiyle, önüne çıkan her engeli Allah’ın inayetiyle aşmış ve rahmet-i Rahman’a kavuşmuş, çoklarının her zaman hayal hânesini dolduran şehadet ile hayatını noktalamıştı.”
Evet bu tesbitlerden hayatımıza mâl edeceğimiz çok güzellikler var… 

20 Haziran 2019 10:37
DİĞER HABERLER