'Ey mağdurlar ve mazlumlar grubu, can-u gönülden sabırla dua ve ibadete sarılalım'

''Ey bütün, mazlumlar ve mağdurlar grubu, Üstad Hazretlerinin tamamen birer hakikat olan şu sözlerinden ibret dersimizi alalım; can u gönülden sabırla duaya ve ibadete sarılalım… “Sabır göstererek, namazı vesile ederek Allah’tan yardım dileyin.” (Bakara Suresi, 2/45) buyruluyor. Unutmamamız lâzım.''
Safvet Senih / samanyoluhaber.com
Kainatta nazenin bir çocuğa benzersin

Ekonomiye göre insanın ihtiyaçları sonsuzdur; her şeye muhtaçtır, her şeyi ister. Psikolojiye göre insanın arzu ve emelleri sonsuzdur. Halbuki, iktidarı kısa, ömrü kısa olduğundan bunları elde etmeye gücü yetmez. Onun için sonsuz bir Kudrete dayanması gerekir. Dayanma noktası çok mühimdir. Kaldıraçları hatırlayalım…  Arşimed’i hatırlayalım: “Bana bir dayanma noktası gösterin, dünyayı yerinden oynatayım!..” diyor.

Bediüzzaman Hazretleri de “İnsan şu kâinat içinde pek nazik ve nâzenin bir çocuğa benzer. Zaafında (zayıf bir halde) olmasında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş (emrine âmede kılınmış). Eğer insan zaafını anlayıp, kâlen (sözlü olarak), hâlen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdat eylese (dayandığı Zât’tan yardım ve medet istese), o teshirin (mevcudatın kendi emrine verilmesinin) şükrünü edâ etmekle beraber istek ve arzularına öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, kendi zâtî iktidarı  ve gücü ile onun yüzde birine bile muvaffak olamaz.”

En zor şartlarda bile, arkasında bir hâmisinin olduğunu bilmenin ve sırtını sonsuz bir güce dayamış olmanın verdiği ümit ve moral, insanı sağlam, güçlü ve dik tutar.

Bediüzzaman Hazretleri misal olarak diyor ki: “Nasıl ki, nazdar bir çocuk ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin hâliyle istek ve arzularına öyle muvaffak olur ve öyle güçlü ve kuvvetliler onun emrine âmâde olurlar ki, o istediklerinden binden birisine bin defa kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek o çocuğun zayıf ve âciz halde olması, onun hakkında şefkat ve himayeyi harekete geçirdikleri için küçücük parmağıyla kahramanları emrinde koşturur.”

Ey bütün, mazlumlar ve mağdurlar grubu, Üstad Hazretlerinin tamamen birer hakikat olan şu sözlerinden ibret dersimizi alalım; can u gönülden sabırla duaya ve ibadete sarılalım…  “Sabır göstererek, namazı vesile ederek Allah’tan yardım dileyin.”   (Bakara Suresi, 2/45) buyruluyor. Unutmamamız lâzım.

Onun için Üstad Hazretleri, hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren, teknik ve teknoloji vesilesiyle, ulaştırılan nimetlere dikkati çekerek diyor ki: “Demek şu görünen insanî saltanat, beşerî terakkiyat ve medenî kemâlât, celb ile değil, galebe ile değil, mücadele ile değil, belki; insana zayıf olduğu için emrine âmâde kılınmış,  âciz olduğu için  kendisine yardım edilmiş, fakir olduğu için ihsan edilmiş, cahil olduğundan dolayı ilham edilmiş, muhtaç olduğu için de ikram edilmiş. Ve o saltanatın  sebebi, ilmî iktidar ve kuvvet değil belki Rabbanî şefkat ve re’fet, İlahî hikmet ve rahmettir ki, her şeyi insanın emrine vermiştir. Evet gözsüz bir akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlup olan insana, bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, o insanın gücü ve iktidarı değil, belki onun zayıf hâlinin meyvesi olan Rabbanî teshir ve Rahmanî ikramdır. Ey insan! Madem hakik böyledir, gururu ve enaniyeti bırak. Mabud ve İlahımız olan Cenab-ı Hakkın ulûhiyetinin dergâhında âcizliğini ve zayıflığını, medet ve yardım isteme diliyle; muhtaçlığını ve hâcetlerini yalvarış, yakarış ve dua lisanı ile ilân et ve kul olduğunu göster ve ‘Hasbünallah ve ni’me’l-vekil’  (Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.) de, yüksel.”

Akıllara gelebilecek bir vehim ve bir soruya da Üstadımız şöyle cevap veriyor.

“Hem deme ki, ‘Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat, Mutlak Hüküm Sâhibi Cenab-ı Hak tarafından kasdî olarak benim emrime âmâde kılsın; benden küllî bir şükür istenilsin?’ Çünkü sen gerçi, nefsin ve suretin itibariyle hiç hükmündesin. Fakat vazife ve mertebe noktasında sen, şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın  belâğatlı konuşan bir dili ve kâinat kitabının anlayışlı bir mütalaası ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın (sanat eserlerinin) hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin. 

“Evet ey insan! Sen nebâtî cismâniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibariyle; sağir (küçük) bir cüz’, hakir bir cüz’î, fakir bir mahluk, zayıf bir hayvansın ki; bütün dehşetli seyyâl mevcudatın dalgaları içinde çalkalanıp gidiyorsun. Fakat İlâhî bir muhabbetin ziyâsını barındıran imanın nuruyla nurlanmış olan İslâmiyetin terbiyesiyle mükemmel hâle gelip; insaniyet cihetinde, kulluğun içinde bir sultansın ve cüziyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün içinde bir âlemsin ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i nezâretin geniş bir nâzırısın ki, diyebilirsin; ‘Benim Rahîm Rabbim dünyayı bana bir hâne  yaptı. Ay ve güneşi, o hâneme bir lâmba; ve baharı, bir deste gül; ve yazı, bir nimet sofrası; ve hayvanı, bana hizmet kâr yaptı. Ve nebâtâtı, o hânemin ziynetli levâzımatı yapmıştır.” (Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Dördüncü Nükte)

Bilhassa mağdur ve mazlum ruhlar, Üstad Hazretlerinin bu mülâhazalarını dikkatle ele almalı ve derin derin yorumlamalıdırlar…  

18 Nisan 2019 10:29
DİĞER HABERLER