Camileri ahır yaptılar...

''Din adamı kılıklı soytarılar baş tacı edilirken, hakiki din alimleri hain ilan ediliyor ya da suskunluğa terkediliyor. Milyonlarca şuursuz dinci şapşik ‘dindar’ diye afişe ediliyor. Görüyorsunuz işte, yanmayan kefen pazarlayan Cübbeli namlı şeddeli cühela, cennete yürüten terlik pazarlıyor ekranlarda. İktidar istediği yöne havlatıyor tek komutla. ''
“Tekkeleri devlet kapatmadı, tekkeler zaten kendi kendilerini kapatmıştı.”
(Abdülhakîm Arvasî)

Osmanlı’nın son zamanlarında, İstanbul’un halkın meşhur Şişhane yokuşunun rahat bir şekilde çıkılabilmesi için bir atlı tramvay ekibi kurulmuştu. Bu sistem yokuşu aşarak Beyoğlu’na ulaşmak isteyenler için kolaylık sağladıysa da, başka bir sıkıntı ortaya çıktı: Yokuşun epeyce dik olmasından dolayı atlar çabuk yorulmaya başlamıştı. Durum böyle olunca da arabacılar, gün içerisinde atlarını bu güzergâh üzerinde bir Rum vatandaşın işlettiği ahırda dinlenmeye bırakmak zorunda kalıyorlardı: Dingo’nun Ahırı ismiyle meşhurdu. 

Bu ahırı işleten kişinin adıydı Dingo… Kafası her daim kıyak olan Dingo usta, mekânı başıboş bırakmış, giren çıkan pek belli olmuyordu. Ancak atlı tramvaycıların başka seçeneği de yoktu. Ahırda sürekli karmaşa, tartışma, hırsızlık, kayıp vesaire oluyordu. 

Belli düzen, nizam, saygı yoktu. Millet birbirinin atını yürütüyor, atlar karışıyor, bazen dinlenmiş zannedilen at yorgun olduğu için yokuşu çıkarken çatlayıp ölüyordu. 

Zamanla Dingo’nun Ahırı bir sembol oldu. Girenin çıkanın belli olmadığı, her türlü edepsizliğin normal sayıldığı, kuralsız, ahlaksız bir mekan. Sahibinin kafası her daim binbeşyüz olduğu için, ne mal emniyeti vardı, ne can. Üstüne üstlük bir de ne kadar ipten kazıktan kopmuş çakal çukal varsa, alayı Dingo’nun ahırını mesken tutuyordu artık. Kavga, gürültü, şamata hiç eksik olmuyordu bu ahırdan. 

Ünü o kadar yayıldı ki, nerede bir karmaşa, düzensizlik, ahlaksızlık varsa, “burası Dingo’nun ahırına dönmüş” diye darb-ı mesel olarak anılmaya başladı. 

Yok… Endişe etmeyin memleketi Dingo’nun ahırına benzetmek için yazmadım bunları. 

Benzetenler olabilir, açıkçası çok da bir şey söyleyemez, pek itiraz edemeyiz bu benzetmeye. Lakin, başka bir mesele için yâd ettim Dingo’nun Ahırı’nı…

Muhafazakar kesimin Cumhuriyet’in Tek Parti dönemine atfettiği en önemli suçlamalardan ikisi mevzumuzla ilgili. 

İlki şudur; Allah demek yasaktı!

İkincisi ise; camileri ahır yaptılar!

Birincisinde az biraz çarpıtma vardı ama az bile söyleniyordu. Allah demek yasak, Tanrı demek serbestti. Ezanı bile ‘Tanrı uludur’ şeklinde okuttular bir süre. Sadece “Haydin kurtuluşa” yerine “Haydin felaha” dedirtiyorlardı müezzinlere. 

Tek parti trajedilerinden belki de en küçüklerinden biriydi bu. Durum bu kadar komik değildi şüphesiz. Kur’an okunması yasak, millet gizlice çocuğuna kutsal kitabını öğretiyordu. Dini kitap basmak yürek işiydi, çoğunu toprağa gömüyorlardı. 

Camilerin ahır yapılması kısmı ise bambaşka bir mevzu. Bir takım militan laikçilerin söylediğinin aksine doğrudur; camiler ahır yapıldı. Belki birkaç tanesi ama meselenin özü şu; camiye giden yollar kapatıldı. Türkçe ezan, Arapça öğrenilmesinin yasaklanması, hatta sanat müziği enstrümanlarına bile yasak getirilmesi zaten caminin yollarını çoktan kapatmıştı. Bir de Necip Fazıl’ın piri Arvasi’nin dediği gibi, Müslümanların yozlaşması ve dini mahalleri içi kof birer meskene dönüştürmesi zaten ibadethanelerin içini boşaltmıştı. Giden gelen yoktu. Öyle ki pek çok Anadolu köyünde cenaze yıkayacak imam bile bulmak çok zor oluyordu. 

Camiler sahipsiz kalınca, millet de dinden imandan soğumuş camiye gitmez olunca mezbeleliğe döndü bu mübarek mekanlar. Sonrası bildiğiniz gibi, normal devlet kurumuna çevrilenler, başka amaçla kullanılan yapılara dönüştü. Birkaç tanesi de ahır ve samanlık olarak kullanıldı camilerin. 

Bütün bunlar tek Parti dönemi zalimliğinde yapıldı. 

Halk cahil ve eğitimsizdi üstelik. 

Şimdi zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Bugün milleti cahilleştirilmek için iktidar elinden geleni yapıyor. Eğitimli kesime inanılmaz bir düşmanlık var. Bizzat üniversiteye rektör olarak atadıkları yaratık söylüyor, okunarak adam olunmaz diye. Parti ve lider yalakalığı en ideal meslek şu günlerde. Eğitimli insanlar ya hapiste ya da soluğu yurt dışında alıyor. Farklı düşünceye Tek Parti döneminde de tahammül yoktu ama bugün doğrudan hain ilan ediliyor. 

Din adamı kılıklı soytarılar baş tacı edilirken, hakiki din alimleri hain ilan ediliyor ya da suskunluğa terkediliyor. Milyonlarca şuursuz dinci şapşik ‘dindar’ diye afişe ediliyor. Görüyorsunuz işte, yanmayan kefen pazarlayan Cübbeli namlı şeddeli cühela, cennete yürüten terlik pazarlıyor ekranlarda. İktidar istediği yöne havlatıyor tek komutla. 

Camiler ahıra dönüştürülmedi belki ama hepsi Dingo’nun ahırı oldu. Camilerde yaşanan soytarılıkların, ahlaksızlıkların haddi hesabı yok. Cübbeli Ahmet’in cirit attığı cami Dingo’nun Ahırı olmuştur, ibadethane olmaktan çoktan çıkmıştır aga!

Siyasetçi propaganda merkezi yaptı camileri. Cuma hutbeleri parti bültenine döndü. Taciz, tecavüz din adamından camiye kadar indi. Camide fuhuş halinde basılan imamlar türedi.  Başörtüsüz kadınlar ahlaksızdır diyen yalamalı öpmeli vaazlar veriyor yobaz softalar. Sadece geçen yıl 1000’den fazla imam hatip açılmış ama uluslararası istatistiklere göre, dini en fos yaşayan ülkelerden ilk beşe girmiş Türkiye... Şeklen Müslüman, siyaseten İslam. En tehlikeli güruh da bu. Şerefsizlik yapmayı partisi için mubah, ahlaksızlığı kişisel oldukça sakıncasız görülüyor. Yahu, Amazon’dan seks oyuncağı sipariş veren bakan, bizzat reis-i cumhurun damadı, daha ne kadar kepaze bir tablo olur ki?

Şimdi de Cevşen suç delili sayılıyor, dua kitapları yakılıyor, dini kitaplar çöplüklere atılıyor korkuyla. İktidarda ise CHP yok AKP var. Bu gurur siyasal dincilerin!..

Evet, CHP camileri ahır yapmıştı. AKP ve Tayyip Erdoğan ise camileri Dingo’nun ahırı yaptı maalesef. Ve Dingo’nun ahırının akıbeti ise çok fena. Bir sarhoşun tutuşturduğu alev ile tarihe gömüldü içindeki atlarla beraber. 

Seyfi Mert
13 Eylül 2017 15:53
DİĞER HABERLER