Hocaefendi Türkiye'ye neden dönmüyor?

Hocaefendi Türkiye'ye neden dönmüyor?
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, Amerika'ya niçin gittiğini ve şiddetli vatan hasretine rağmen neden Türkiye'ye dönemediğini çeşitli vesilelerle şu ifadelerle anlatıyor....
Fethullah Gülen Hocaefendi daha önceki sohbetlerinde ve açıklamalarında Türkiye'ye neden dönmediğini, Amerika'ya niçin gittiğini anlatmıştı.  Dün itibarıyla on beşinci seneye ulaşan hüzünlü gurbet yıllarında çektiği vatan ve millet hasretinin, onlar uğruna katlandığı ızdırapların ve yaptığı fedakârlığın daha iyi ve net bir şekilde anlaşılması amacıyla fgulen.com sitesi "15. gurbet yılında Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Türkiye hasreti" başlığı altında, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Türkiye sevdasını ve hasretini dile getirdiği açıklamalarını derledi. Bunları okurken vatan hasreti ve memleket özlemi içinde inleyen, sızlayan, acıyan bir yüreğin yangınına şahit olacaksınız. Vatanı ve milleti için her nefeste yeniden can veren bir ruhun fedakârlık ufkunu müşahede edeceksiniz. İşte Hocaefendi'nin kendi ifadeleriyle Amerika'ya niçin gittiğinin ve neden Türkiye'ye dönmediğinin detayları... 

Amerika'ya niçin gitti ve neden Türkiye'ye dönmüyor?

Fethullah Gülen, Amerika'ya niçin gittiğini ve şiddetli vatan hasretine rağmen neden Türkiye'ye dönemediğini çeşitli vesilelerle şu ifadelerle anlatıyor:

"Amerika'ya beni ve sağlığımı düşünen bazı arkadaşların ısrarları üzerine, sağlık problemlerim sebebiyle geldim. Buraya geldikten sonra gelişen şartlar, bilhassa sağlık problemlerim ve doktorların tavsiyesi gibi sebeplerle burada kalmam uzadı. Hakkımda yapılan mesnetsiz ve yanlış yayınlarda birçok iftira ve karalamaya maruz kaldım. Bunların pek çoğunu tekzip ve tashih etmek için hukuki yollara başvurdum. Burada bu tür rahatsız edici hususlardan uzakta olmam sebebiyle daha az etkileniyorum diyebilirim. Türkiye'ye dönüşümün, demokratik kazanımları tersine çevirmek için bazı çevreler tarafından kullanılacağı endişesini taşıyorum. Dolayısıyla Türkiye'ye dönmeyi çok arzu etmekle birlikte endişelerim izale oluncaya kadar dönmeyi düşünmüyorum." ["Frankfurter Allgemeine Zeitung", 06.12.2012]

"Tedavi için geldim, tedavi için geldikten sonra da biraz daha burada kalmada maslahat görüyorum. Çünkü başkaları gibi dişim yok ısıramıyorum. Pençem yok, pençe atamıyorum. Onlar ısırıyor yanlarına kalıyor. Pençeliyorlar, parçalanıyor bazı yerler. Onuruma, gururuma dokundurucu şeyler söylüyorlar. Dinim var, diyanetim var. Kimseye minnetsiz yaşadığım bir hayatım var; ama karşı taraf insanî değerleri hiç bilmiyor. Tecavüz ederken insanî değerlerin üzerinde tepindiğinin hiç farkında değil. Öyle olunca onlar bilmiyorlar bâri ben kendime üzülmeyeyim, horlatmayayım; üzerimde raksetmelerine izin vermeyeyim mülahazasıyla daha olumlu bir zaman bekleme düşüncesiyle burada intizardayım. Bunlar da bana 'çık git' demezlerse Türkiye'deki havanın biraz daha durulmasını bekleyeceğim. Sular tam durulmadıktan sonra yeniden Türkiye'de bir kıyamet kopmasına vesile olmak istemem. Çünkü sûru dudağında üflemek için bekleyen bir sürü insan var." [Zaman, 01.04.2004]

"Endişeye kapıldım. Türkiye'ye ne zaman gelirsem geleyim o gün fırtınayı koparanlar, hortumları meydana getirenler, isnatlarda bulunanlar, idam fermanı kesenler yine aynı şeyleri yapacaklar. Bu yaştan sonra da tansiyonum yirmiye yükseldi, ilaçla düşüremediler. Her zaman aynı şeyleri duyarak yaşamanın zor olacağını düşündüm. Aklımla, mantığımla kaldım. Kendime rağmen kaldım. Hasreti sineme gömerek kaldım. Fakat dolaylı yoldan kendimi ölüme itmek gibi gördüm. Çok insafsız bazıları. Olmayacak şeyler yazıyorlar. Yalan olduğunu bildikleri halde yazıyorlar." [Zaman, 26.03.2004]

"Bu seferki gelişim zaten hastalık içindi. Sonra, Türkiye'de fırtınalar şiddetlenince tedaviye burada devam etmeyi daha elverişli buldum. Kalp, tansiyon, kolesterol gibi rahatsızlıklarımla Türkiye'deki gerilimi kaldıramayacağım aşikârdı. Amerika'nın içinde ama Amerika'dan uzak kaldım. Çünkü dedikodu yapıyorlardı. Yeşil kuşak gibi, Amerika'nın projeleriyle bizi irtibatlandırma gibi... Yakışıksız isnatlara meydan vermek istemediğim için kimseyle görüşmüyordum, üniversitelerden gelen konferans taleplerini kabul etmiyordum. Benim yerim, taşıyla toprağıyla kendi ülkemdir, milletimin içidir. Fıkıh tabiriyle söyleyecek olursak, benim burada kalmam iki şerden hafif olanı tercih kabilinden oldu. Ben gelmek istemiyordum buraya, fakat Dr. Sait Bey çok ısrar etti, sağlık durumunun ihmale tahammülü olmadığını ifade etti. Bana çok ağır gelse de, ya ülkemden, kendi insanımdan uzak, yabancı bir devlette bulunmayı tercih edecektim, ya da bir devlet adamımızın dediği gibi küçük şeyleri büyüterek, her gün yeni bir komplo kuranlarla karşı karşıya kalmayı tercih edecektim. Birtakım kötülükleri görüp kendi insanımıza darılmamak için, istişare ettiğim arkadaşların da kanaatini alarak hasret çekmeye razı oldum. Haziran komplosunu (kasetlerle ilgili) önceden bildiğim halde yayımlandığı zaman bazı yerlerine baktım. Komplocularla beraber olanların yazılarını onlara karşı içimde bir ukde olmasın diye okumadım. Belli bir yaştan sonra vücudun tahammülü olmuyor. Bir Arap şairinin ifadesiyle, yakın hissetmeme mani şeyler olmasın diye uzakta durup kalben, vicdanen orada bulunmayı tercih ediyorum. Bir espriyle söyleyeyim, tasavvufta âşıklar üstü bir makam vardır. Orada bulunanlar vuslatı bile istemezler. Yani içime ateşler sal, hep hicranla inleyeyim fakat vuslat istemem derler. Türkiye'ye karşı böyle zevkli bir hasret, zevkli bir hicran bana daha derince, daha vefalıca ve yürekten geliyor. Zaten dönüş için yasal bir engel yok. Türkiye'ye dönmeyi bir an olsun aklımdan çıkarmadım. Yine de Türkiye'de önemli yerlere sordurdum. 'Bir şey yok, gelebilir' dediler ama, 'gelebilir'i söyleyiş tarzlarından sanki gelince onların başını ağrıtırım gibi bir şey hissettim. Önemli bir vazifedeyken emekli olmuş bir yakınlarına, 'Benim gelmem kendileri için ne ifade eder?' diye sordurdum. Tebessüm ettiler ama 'gelmese daha iyi olur' dediler. Benim dönüşümün herhalde bazı şeyleri tetikleyebileceği düşünülüyor. Sanki bazıları bazı kimseleri sokağa dökecek, huzursuzluğa sebebiyet verecekler. Ben, Türkiye'de oluşmuş istikrar ortamının bozulmasına fırsat vermek istemem." [Milliyet, 29.01.2005]

"Buraya geldiğim andan itibaren hep Türkiye'ye dönmeyi düşündüm. Ben burada da Türkiye hülyaları ile yaşıyorum. Türkiye'yi televizyonlardan seyrediyorum, Türkiye'yi kokluyorum. Yakında onlara bir camekan yaptırdım, koydum camekana. O toprak parçalarında Türkiye'yi seyrediyorum, temaşa ediyorum. Türkiye sevdam, Türkiye'de bulunan Türkiye'yi seviyor gibi görünen insanların çok üstünde. Bende mecnuncadır, delicedir. Çok arzu ediyorum, ama şimdiye kadar samimi dostlarım dediler ki; bir kısım kimseler böyle sürekli asparagas şeyler neşrediyorlar. Sansasyonel şeyler neşrediyorlar. 'Kalbin itibariyle şekerin itibariyle bunlar sana dokunabilir, orası da ormanın içi, daha salim bir yer. Orada kalmanız daha iyi olur' dediler samimi dostlarım, her seviyeden. Bana bu istikamette tavsiyede bulundular. Ben de Türkiye hasretimi sineme çekerek adeta böyle zıpkın acısı gibi acısını duyuyorum ama, fakat başkalarına sermaye olmamak orada, ben şahsım adına yıpranmamak için şimdilik burada kalmayı düşünüyorum." [Samanyolu TV, 14.07.2004]

"Ben hiçbir zaman başıma dert açacağım mülahazası yaşamadım. Aslında şahsım adına endişe duymadım ben. Dünyaya beni bağlayacak hiçbir şeyim yok. Bir dikili taşım olmadı. Evlad u iyalim olmadı. Çoluğum çocuğum olmadı. İleriye matuf bir hesabım da olmadı. Bunları, mensubu olduğum, gönlümü verdiğim, gaye-i hayal yaptığım davama, düşünceme hep aykırı saydım. Dünya adına hiçbir sevdam olmadı, hiçbir şeye bağlanmadım. Çok cazip şeyler ayağımın ucuna kadar geldiği halde, 'Bu da benim için olsun' falan demedim, düşünmedim. Tek, nam-ı celil-i Muhammedî dört bir yanda şehbal açsın istedim ben. Ama o mevzuda denecekleri doğru diyemedim, söylenecekleri söyleyemedim, nefsimi karıştırdım, sesimi ayarlayamadım... Ben şahsım adına hiç endişe duymadım, hatta '44 yaşındayken, belki beni asarlar' diyordum, '44'te asmadıklarına göre 55, o da 11'in katı..' dedim, 'belki o zaman asarlar!' 66 oldu, 'belki o zaman asarlar' dedim, asmadılar. Ben hep o hülyalara bağlı yaşadım. Rabbim buna şahit, kalbimi O biliyor. Ancak, eğer sizin bir gaye-i hayaliniz varsa, bir mefkûreniz varsa; o da o Türkiye'de yeni yeni problemlerin olmaması, bir kısım huzursuzlukların çıkmaması, bir kısım kazanımların -hafizanallah- kaybedilmemesi için yüzde bir ihtimalle oraya gitmeniz bu hususlara zarar verecekse, işte ben o endişeyle, şahsım adına değil de o endişeyle gitmek istemem. O endişemi de izâle edebilecek bir tablo görürsem, o zaman fakirin bileceği şey. Fakirin bileceği şey.. 'Benim bileceğim şey' demek yine benlik kokuyor, 'Benim bileceğim şey' demeyeceğim, fakirin bileceği şey. Gittiğimde oraya, birileri, işin rövanşı peşinde koşan birileri, bazı müesseselere zarar vermek suretiyle, idareyi zor durumda -yüzde bir ihtimalle- bırakacaklarsa şayet, Türkiye'deki olumlu şeylerde bir duraklama olacaksa şayet, ben bir müddet daha ömrüm vefa ederse burada kalmayı; ülkeme, milletime, ülkemde olan o şeylere zarar vermemek için dau's-sıla deyip sıla sevdasıyla, kahve içtiğim kahveleri bile böyle hatırlayarak ve sonra ondan kaçarak, burnumun kemikleri sızladığı anda ondan uzaklaşarak, burada kalacak, burada yaşayacağım... Bütün bu endişeler zâil olduğu zaman, oturur, kendi arkadaşlarımla, kader birliği yaptığım arkadaşlarımla meseleyi detaylı görüşürüm, ondan sonra... Ben de arzu ediyorum. Burada öldüğüm zaman bile buraya gömülmeyi istemiyorum; kendi ülkeme, kendi toprağıma gömülmeyi arzu ediyorum. Gelirken burada ölür kalırım diye arkadaşlara 'Paranızla bir yer alın, bize ait olsun, Türk milletine ait olsun, oraya gömersiniz' demiştim; fakat sonradan vazgeçtim; daü's-sıla duygusu öyle düşünmeme fırsat vermedi. Kendi ülkemde ölmeyi ve mübarek annemin ayaklarının dibine gömülmeyi arzu ederim. Bunu da benim vasiyetim sayın!.. Ama yaptığım şeylerde, düşüncelerimde, planlarımda, gayretlerimde, milletime, ülkeme zerre kadar zarar gelmesine razı olamam. Yüzde bir ihtimalle bile olsa razı olamam ona." [Bamteli, 18.06.2012]

Hayatımın en acı yılları

Fethullah Gülen, Amerika'da gurbette Türkiye hasretiyle geçirdiği yılları "hayatımın en acı yılları" diye nitelendiriyor:

"Bu 5 yıl belki hayatımın en acı yılları oldu. Daha evvel de 6 yıl kadar yine böyle haksız bir takibe maruz kaldım. Tahriplerine neticede takipsizlik verildi. Denebilir ki 27 Mayıs'tan bu yana defaatle sebeplerini bildiğim bilemediğim şekilde birileri düğmeye bastı, birileri hemen harekete geçti. 66 yaşındayım; aşağı yukarı 20 yaşından bu yana ömrüm hep böyle geçti. Bana en acı gelen bu oldu. Çünkü bir yönüyle de çok hassasım. Histerik denecek kadar duyarlıyım. Kahve içtiğim bir yerde bir daha oturmamayı o mekana vefasızlık sayarım. Geçtiğim bir yoldan bir daha geçmemeyi vefasızlık sayarım. Odamda Türkiye'nin belki 50 ayrı yerinden topraklar var. Mahfazalar içinde. Kâbe'den gelmiş toprak gibi. Bunlara bakıp teselli oluyorum. Fakat birilerini tahrik etmemek için de bir kor gibi adeta sineme basıyorum, dişimi sıkıyorum." [Zaman, 22.03.2004]

"Fakat itiraf etmeliyim; bu dönem benim için daha sıkıntılı oldu. Ciddi bir şey yapamadım böyle, kendi kitaplarımla meşgul olamadım, muttarit arkadaşlarımızla öyle orada takip ettiğimiz gibi günde dört beş saat böyle kitap mütalaa edemedim, müzakere edemedim. Bir yönüyle böyle benim dokuz on senem beyhude geçti, israf oldu. Bunlardan dolayı da benim en acılı yıllarım oldu, ızdırap yıllarım oldu. Onlar, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) şa'b-ı Ebu Talib'de çektiği gibi..." [Bamteli, 25.06.2008]

Türkiye'ye dönüş rüyaları

Fethullah Gülen, hasretini çektiği vatanına vuslat arzusuyla gurbet çilesini yaşarken bu süreçte görmüş olduğu Türkiye'ye dönüş rüyalarını şöyle anlatıyor:

"Rüyalarımda şimdiye kadar -hilaf olmasın- belki on defa gördüm. Giderken, ya geçeceğim delik öyle dar ki, ancak bir kolum girer ordan. Zorluyorum biraz, geçemiyorum. Vazgeçip geriye duruyorum. Veya geçeceğim yerde, ineceğim yerde hızlı trenler gelip geçiyor, Japon trenleri gibi çok hızlı. Bu defa gene ordan geçmeden vazgeçiyorum. Böyle buna benzer çok şeyler gördüm. Zaten fitne ve fesadın gemi azıya aldığı dönemde de -gördüğüm rüyada- her tarafı sular alıyordu. Bir gemiye kendimi binmiş gördüm. Böyle İzmir'de, İstanbul'da yüzüyorum. Öyle onunla bir sahile çıktığımı görmüştüm. İhtimal Kristof Kolomb'un çıktığı sahilmiş orası. Bu yakında da bir rüya gördüm. Böyle yıkık köprülerden, yollardan geçtim ama gidiyorum yani. Yine öyle o yıkık köprülerden geçtim böyle, devrilecek gibi olduk, devrilmeden geçtik öbür tarafa. Hayli yürüdüm, sonra geriye döndüm baktım yine ayrıldığım yere dönmüşüm. Kendime göre yine bir mana çıkardım. Fakat bunlar objektif değil, benim için karar verme mevzuunda mutlak belirleyici faktörler değil. Ama siz bana deseniz ki arkadaşlarım olarak, 'Ahir ömrünüzde sizin orada olmanız daha iyidir, ölürseniz babanızın-annenizin yanına gömülmeniz daha maslahattır, hatta kuvve-i maneviye adına korkuluk gibi orada durmanız yararlı olur' filan deseniz, zannediyorum düşüncelerimi bir daha gözden geçiririm. Köprü yıkıkmış, yol harapmış, oraya varılmazmış, yollarda seller varmış, önemli değil. Genel ahlakımız budur bizim. Bir sahabe ahlakı gibi. Hafif bir işaret, hafif bir ima, bizim için yer değiştirme adına yeter. Kalkar gideriz yani. İmanız dünyayı terk etme adına da olsa, 'hangi delikten öbür tarafa geçelim?' deriz. İşte o deliklerden rüyada geçemedim, geriye göndüm. Geldim, kendimi burada buldum. Ama sübjektif bunlar. Bunlarla karar verme doğru değil. Gene meşveret etmek lazım, genel kanaat olarak bana 'oraya gitmeniz lazım' diyorsanız, çok rahatlıkla bulunduğum bu yeri terk eder oraya gidebilirim. Şimdi, bu odaya girerken bile vatan hasreti gözümde tüllenince gözlerim doldu. Siz bilemezsiniz onu. Ben o ülkenin (Türkiye) yollarının kenarındaki kahvelerinin bile hasretini çekiyorum. O ayrı mesele. Fakat hakkınızda, Hakk'ın ötelerde takdir buyurduğu şeye saygılı olmak ayrı bir şeydir. Hakk'ın takdirini takdirlerinize tercih etmeniz lazım sizin." [Bamteli, 05.03.2007]

Türkiye'ye kendim gibi döneceğim

"Fethullah Gülen'in Türkiye'ye dönüşünün rövanş alırcasına ihtişamlı olacağı" şeklindeki ithamları kesin olarak reddeden Gülen, dönüşünün kendi üslubunca sessiz, gösterişsiz olacağını ifade ediyor:

"Gelirsem de kendi üslubuma göre gelirim ben öyle kalabalık halk, falan filan. Ben Türkiye'ye gelirken uçağın içinden telefon ettim, 'kimseye söylemeyin, bir insan gelsin beni alsın'. Öteden beri alayişten gösterişten öyle çoğu şeylerden nefret ederim, tiksinirim. Bağışlayın iğrenirim. O açıdan mesele ister aslı itibariyle ister meseleye ilave edilen asılları itibariyle tamamen uydurma. Benim karakterim nazar-ı itibara alınmadan uydurulmuş... Oraya geldiğim zamanda kimsenin nümayiş yapmasını o türlü şeylerde bulunmasını istemem. Öyle bir şey yapan olursa Allah huzurunda hakkımı helal etmem ben onlara. Bunu da bütün dünya duysun. Bunu ifade edeyim... Şimdilik dönmeyi düşünmüyorum, döndüğüm zaman da kendime göre döneceğim... Diğer taraftan da gelme-gelmeme mevzuunda kendim karar verdiğim zaman endişe duymadığım zaman rahatsızlıklarım adına, kalkar bir gün bir meçhul gibi gelirim Türkiye'ye Allah'ın izniyle inayetiyle. Burada hasret yaşıyoruz diyenlerin hasretini gidermiş oluruz." [Samanyolu TV, 14.07.2004]

"Dönersem kendim gibi, Ramiz Efendi'nin üç şerefeli camide imamlık yapan oğlu gibi dönerim. Size komik gelebilir ama, döndüğüm zaman acaba bana yine o camide imamlık verirler mi, yine aynı pencerede kalsam; ya da Kestane Pazarı'nda idarecilik vermeseler bile, tahta kulübem gibi bir kulübede kalmama müsaade ederler mi diye düşünüyorum. Bir diğer düşüncem de, bütün samimiyetimle ifade edeyim, köyümde, dedelerimin arsası üzerinde yapılmış bir misafirhane var, gitsem orada kalsam diyorum. Doğduğum, büyüdüğüm köyde bir köylü gibi ölsem." [Milliyet, 29.01.2005]

"Ben İranlı değilim ki Humeyni olayım; Humeyni'nin iddiasını hiçbir zaman taşımadım ki ben Türkiye'ye Humeyni gibi döneyim. Ben değişik zamanlarda yurtdışına çok çıkan insanlardan biriyim. Bu Amerika'ya bile bu bilmem kaçıncı gelişimdir benim. İlk defa 92'de geldim, iki buçuk ay kaldım buralarda. 94'te bir daha geldim, 96'da geldim, 97'de geldim, en son 99'da mı ne geldik buraya. Sonra Avrupa'ya defaatle gittim ben, hizmet müesseselerine, arkadaşlarımızın yanına, değişik yerlere... Hiç bu meseleler yokken ben Amerika'dan döndüğüm zaman, uçağın içinden telefon ettim arkadaşlara, 'Bir kişi araba alsın gelsin; hava meydanından beni alsın' dedim. Sadece tek bir defa medya geldi; o da Alaaddin Bey haber vermiş onlara, Vatikan dönüşü oldu orada. Hayatımda hiç öyle gürültülü, patırtılı gidip gelmedim ben. Hiç istikbale gitmedim, istikbal isteğinde bulunmadım. Bu açıdan da ne karakter bakımından, ne mezhep bakımından, ne ülke bakımından Humeyni ile hiçbir zaman bir alakam olmadı. İnsanı karakteriyle, şahsıyla bilemeyince öyle ezbere konuşabilirler. Gitme meselesine gelince, gider miyim, gitmez miyim ayrı bir mesele. Ülkem tabii, burada onun elli yerden, yüz yerden gelmiş toprak parçaları var, ben onları koklayıp teselli buluyorum. Ben kendi ülkemin çocuğuyum. Ben dıştan ithal edilmiş ve milletin başına musallat olmuş tufeylilerden değilim. O ülkenin çocuğuyum ben. Onun bir avuç toprağını dünyalara değiştirmem. Bütün Amerika'yı verseler, Korucuk Köyü, fakir bir köydür, ben o köyü vermem. Ruh haletim budur. Fakat bir şey var: Benim inandığım bir dava var, bir hizmet var, Din-i Mübin-i İslam'a hizmet var ve ülkemde huzursuzluğun çıkmaması, hele dine karşı bir tavır alınmaması.. bunlar benim gaye-i hayalim, düşüncem, mefkûrem. Şimdi, gidişiniz sizin orada bazı problemlere sebebiyet verecekse, her şeye rağmen orada hüsn-ü niyetle iş yapan insanların işlerini zorlaştıracaksa, altından kalkamayacakları problemlere sebebiyet verecekse.. bence dengeli hareket etmeniz lazım, vakti sizin belirlemeniz lazım, gidiş keyfiyetini sizin belirlemeniz lazım, konjonktürü sizin belirlemeniz lazım.. veya işte o genel konjonktüre göre nasıl hareket edeceksiniz onu sizin belirlemeniz lazım. Bunlar yine sizin ruh haletinize göre, Allah'la münasebetinize göre yapacağınız şeylerdir. Arz ettiğim gibi, o gidiş bir gün, Cenab-ı Hakk'ın muradı öyle ise, tahakkuk ettiği zaman, onlar sadece duyarlar; belki derler 'Gelmiş mi gelmemiş mi? Acaba gelmişse nerede duruyor? Nasıl geldi de biz görmedik?!.' Ben Suriye'den Türkiye'ye geçerken de öyle geçtim, her tarafı tutmuşlardı, tahdit vardı hakkımda; fakat Allah'ın izniyle öyle geçtim ki ben dikenli tarlalardan, çoraplarımla, ayaklarıma dikenler batarak geçtim geldim, yirmi gün dinlendim, ondan sonra da kalktım kendi ayağımla mahkemeye gittim. Kendime göre bir gidişim vardı benim. Onu daha evvel de arz ettim ben, Türkiye'ye dönsem kendim gibi dönerim, yani şimdiye kadar nasılsam öyle. Karakterimi namusum sayarım. Karakterime kıymayı namusuma karşı tecavüz sayarım ben, karakterimdir o çok önemli." [Bamteli, 25.06.2008]


Hocaefendi'nin ifadelerinin değerlendirilmesi neticesinde fgulen.com tarafından "Amerika'ya niçin gitti ve neden Türkiye'ye dönmüyor?" sorusunun cevabı şöyle anlatılıyor;

"Fethullah Gülen, gurbete çıktığı günden beri hasret çilesinin sona erip vatanına kavuşacağı anın özlemiyle ve ümidiyle yaşıyor. Ancak Türkiye'ye dönmek için, Fethullah Gülen ve Hizmet hakkında asılsız itham ve iftiralar ortaya atıp aleyhinde fırtınalar kopararak gündemi gereksiz yere meşgul edip enerji ve zaman israfına sebep olanların, Türkiye sevdalıları Gönüllüler Hareketi'nin insanlık eksenli hizmetlerine en azından insafla bakabilecekleri ve hakperestçe değerlendirecekleri günü bekliyor."
22 Mart 2013 10:46
DİĞER HABERLER